Akşener'den istifa tepkisi: İftira kötü bir şey
Partisinden istifaları değerlendiren İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, "İstifa tek taraflı bir irade beyanıdır. Ama bu irade beyanlarına temelsiz ve çok insafsız gerekçeler ortaya konulduğu zaman da o insanların canını yakar. İftira kötü bir şeydir" dedi.

 

Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler ve basınımızın kıymetli temsilcileri;

Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyor, toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

 

Bu hafta aramızda çok özel konuklarımız var.

Sokaklarda horlanan, itilip kakılan, sessiz ve sevimli dostlarımızın yılmaz savunucuları, 

Tüm Türkiye’den Sokak Hayvanlarını Koruma Derneği mensupları aramızda.

Hoş geldiniz.

 

10 Mayıs 2018 tarihinde, kendimi de bir mensubu saydığım, hayvan hakları savunucularına bir söz verdim.

“Hayvanlara yapılan eziyetlere son vermek için, 

hayvan hakları kanununda, gerekli değişikliklerin yapılmasına katkı vereceğime,

Hayvanlara eziyetin önüne geçmek için, her türlü çabayı göstereceğime, 

Onlara yapılan eziyetin, onları katledenlerin Kabahatler Kanunu’na değil, 

Türk Ceza Kanunu’na göre yargılanması için, elimden geleni yapacağıma” söz verdim.

Bugün de sözümün arkasındayım.

Bir hayvan dostu olarak, insanı insan yapan en temel değerin, 

dünyayı tüm sahipleriyle paylaşabilme erdemi olduğuna inanıyorum.

Hayvanların yaşam hakkını savunmayı, medeni dünyanın bir gereği olarak görüyorum.

 

Ülkemizin dört bir yanından, hayvanlarla ilgili gelen haberlere gözyaşı döküyoruz. 

Bu acı tabloya son vermek elimizde. 

Allah’ın yarattığı tüm canları koruyup, kollamanın, ilahi bir görev olduğunu bilerek, gücüm yettiğince mücadele ediyorum, etmeye devam edeceğim.

 

Kardeşlerim;

Çok önemli bir hizmet yapıyorsunuz.

İyi ki varsınız. 

İyi Parti olarak her zaman yanınızdayız!

 

Aziz milletim;

Devlet aklı, devlet yönettiğinin farkında olanlarda bulunur.

Türkiye’yi, “Şahsım ülkesi” olarak görenlerde, bu aklı bulamazsınız.

Her adımları ciddiyetsiz, her işleri millet menfaatinden uzaktır.

 

Bu iktidarın mensupları, devlet yönettiklerini unuttukları gibi, 

Sürdükleri sefanın, tadını çıkardıkları israf düzeninin içinde, 

milletin dertlerini görmez, çile çeken insanımızın sesini duymaz hale geldiler.

 

Sizler ve aileniz, ay sonunu getirmek için mücadele ederken, 

bakın iktidarın sarayında neler oluyor…

 

Bu yıl, Cumhurbaşkanlığı saraylarının, sarayının demiyorum saraylarının, 

inşaat, bakım ve onarımı için, 610 milyon lira daha harcanacak.

Bu nasıl bir para biliyor musunuz? 

Hani 50 milyon dolar bulamadıkları için, 

Katarlılara peşkeş çektikleri Tank Palet fabrikamız var ya, 

işte onun için gerekenin iki katı.

 

Bu para, tam 265 bin 217 asgari ücrete eşit. 

Şaka değil; 

265 bin 217 asgari ücretlinin bir aylık maaşı, 

sarayın onarımına, bakımına ve yeni binalarına harcanacak.

 

Üstelik bununla da bitmiyor…

Geçtiğimiz yıl, sarayın bahçesindeki inşaatlara harcanan para, ne kadar biliyor musunuz? 

2 milyar 845 milyon lira! 

 

Bu parayla maliyeti 100 bin liradan, 28 bin aile, 

ufak tefek de olsa, başını sokacak bir ev sahibi olurdu.

28 bin vatandaşımızı ev sahibi yapacak bir parayı, 

götürüp, sarayın bahçesindeki inşaatlara harcadılar.

 

Bir babanın, Hatay’da kendini yaktığı,

Bir başka babanın, Meclis’te intihara kalkıştığı,

Daha dün, “Borçlarımı ödeyemiyorum.” diyerek, 

kendini kamyonuna asan bir babanın yaşadığı ülkede oluyor bunlar.

 

Elazığ depreminin ardından, “Yardımları ücretsiz taşırım.” diye duyuru yapan, 

koca yürekli bir kamyoncu kardeşimiz, 

kendini ekmek teknesine, kamyonuna asarak hayatına son verdi.

 

Babaların, evlatlarına ekmek götüremediği için canlarına kıydığı Türkiye’de, 

saraylarına yaklaşık 3 milyar lira harcayabilen vicdansızlara soruyorum:

Adalet bunun neresinde?

Vicdan bunun neresinde?

Bu hüzünlü hikayeler gece rüyalarınıza girmez mi?

Yüreğiniz sızlamaz mı?

Yazıklar olsun size!

 

Değerli milletvekilleri, sevgili gençler;

Biliyorsunuz, geçen hafta Bursa’daydım.

Esnafımızı ziyaret ettim. 

Vatandaşlarımızla sohbet ettim. 

 

Saraylarına, oluk oluk para akıtılan bu ülkede, 

vatandaşımızın hayatı, hiç de saray zenginlerinin hayatı gibi değil…

Karşılaştığım her 3 kişiden biri “İş” dedi, “Aş” dedi.

Dinlediğim her esnaf, “elektrik” dedi, “doğalgaz” dedi, “su” dedi…

 

Kestel’deki eczacı kardeşim, elektrik faturasını uzattı.

Geçen yıl 380 lira, bu yıl 550 lira.

Kuruyemişçi bir kardeşimin faturası, 600 lira. 

Tütüncü bir kardeşimin faturası, 700 lira. 

Pastaneye girince, tezgaha konan elektrik faturası, aylık 4 bin lira.

 

Maliyetler bu kadar yükselirken, çalışanına nasıl maaş ödeyecek, 

kirasını, suyunu, doğalgazını da eklediğinizde, 

binlerce vatandaşımıza ekmek veren bu işletmeler, nasıl ayakta kalacak?

 

Kestel ilçe başkanlığımızda, çiftçilik ve hayvancılık yapan vatandaşlarımızla dertleştik.

Bir çiftçi kardeşimin, önümüze koyduğu tablo her şeyi anlatıyor:

“50 dönüm arazide armut bahçem var. 

Gübreydi, ilaçtı, suydu, mazottu, işçilikti derken, 

2019 yılını, anaparadan yüzde 40 zararla kapattım.” diyor. 

 

Bu yıl geçineceği parayı geçtim, bir de yüzde 40 zararda. 

Bu çark nasıl dönecek bilen var mı? 

Bu feryadı duyan var mı? 

Yok.

 

Kestel ve Gürsu’da nüfusun yüzde 60’a yakını, çiftçilik ve hayvancılıkla geçiniyor. 

Ama ilaç fiyatları, gübre fiyatları ortada… 

Diyorlar ki; “2009’dan bu yana para kazanamıyoruz.”

Süt inekçiliği, yerini besiciliğe bırakmış. 

Çünkü, yem fiyatları yüksek. 

O nedenle, hayvanın bakım maliyetini yüklenmek yerine, 

etinden para kazanmaya yöneliyorlar. 

Bunu ülke genelinde düşündüğünüzde, hayvancılığımızın halini görün. 

 

Nilüfer’de gençlerimizin buluştuğu kafelere uğradım. 

Birçoğu öğrenci. 

Gözlerinin parlaması gerekiyor. 

Ama bırakın yarını, bugünlerinin derdine düşmüşler, mutsuzlar.

İki arkadaş ev tutmuş, 200 lira elektrik faturası, 280 lira doğalgaz faturası ödüyorlar. 

Daha kira var, mutfak var, internet var…

Bu çocuklar bu kadar derdin arasında, 

hangi salim kafayla ders çalışsın da başarılı olsun?

 

Bursları Ak Parti’den torpilliler aldığı için, mecburen öğrenim kredisi kullanıyorlar.

Ve daha şimdiden, kara kara, aldıkları kredileri nasıl ödeyeceklerini düşünüyorlar.

 

“16 bin lira kredi kullanıp, 27 bin lira ödeyeceğim. 

Ve bunun altından nasıl kalkarım bilmiyorum.” diyen bir gencin, ülkesine güveni kalır mı?

 

Bursalı öğrenciler, mezun olunca iş bulabileceğine de inanmıyor. 

Sayın Erdoğan’ın, 

“Üniversiteden mezun olan herkesin, iş bulması gibi bir şey söz konusu değil.” dediği bir ülkede, 

gençlerin geleceğe umudu nasıl olsun?

 

Şehir Hastanelerini biliyorsunuz. 

Bursa’ya da bir tane yaptılar. 

Bir emekli hanımefendi diyor ki; 

“Şehir hastanesini götürüp şehrin dışına yaptılar. 

Arabası olan bile, bir saatte gidiyor. 

Devlet hastanelerini kapattılar, bizi o yollara mahkum ettiler.”

Hasta garantili hastanelere, milyonlarca lira ödeyen Bursalılar, 

bir de hastaneye ulaşabilmek için çile çekiyor.

 

Ama bunlar iktidarın zerre umurunda değil; 

Bırakın, çiftçinin, öğrencinin, emeklinin derdiyle dertlenmeyi;

Bırakın, çıkardıkları büyükşehir yasası yüzünden, 

kent merkezinde iş yapamayan, Taksici kardeşlerimin sorununu çözmeyi; 

Bursa’da yaşanan işçi kıyımlarını bile görmüyor, duymuyor.

 

Geçen hafta Kestel’deki bir fabrikada, 78 işçi kapının önüne konuyor; 

“N’oluyor burada?” diyen, tek bir kişi, tek bir kurum yok.

 

İşçinin hakkını arayan sendikaları bile kutuplaştırdılar. 

Türk Metal Sendikası yetkiyi aldı, işçiler de, bu sendikaya üye oldu diye, 

kapının önüne konuyor. 

Üstelik, toplu sözleşme yetkisini Bakanlık verdiği halde,

bu yetkiyi veren kurumdan biri çıkıp da, 

“Yasal hakkını kullandı diye tek bir işçime dokunamazsın.” demiyor.

 

Sendikalarından istifa etmedikleri için kapı önüne konulan, 

Bursalı emekçi kardeşlerimizin meselesini yakından takip edeceğiz.

 

Değerli milletvekilleri;

Son günlerde spor kulüpleri arasındaki tartışmaları biliyorsunuz.

Fenerbahçe tribünlerinden yükselen sesleri de duyuyorsunuz.

 

Ben, spor kulüplerinin ya da başkanlarının, 

kendi aralarındaki rekabetle, ya da tartışmalarla ilgili değilim.

Siyasetçilerin, bu tartışmalara dahil olmaması gerektiğini düşünüyorum.

Çünkü, siyasetin spora karıştığı ülkelerde, sporun ileri gidemediğini, dünya çapında sporcuların yetişemediğini biliyorum. 

 

Ancak; 

ekonomiden anlamayan ekonomi bakanı Damat Bey, 

bakanlıktaki başarısızlığıyla gündeme gelmekten yorulmuş olacak ki;

bu aralar, anlamadığı bir diğer alanı, futbolu karıştırmakla meşgul…

 

Ak Parti’ye oy vermiş Trabzonsporlu bir kardeşim geldi, ne dedi biliyor musunuz;

“Spora siyaset katıyorlar. 

Sonra da benim takımımın, alın teriyle kazandığı başarının tartışılmasına sebep oluyorlar. 

Çeksinler ellerini.”

Aynen böyle dedi. 

 

Yahu arkadaş, bırakın insanlarımız, istedikleri kulübe gönül versin.

Bırakın takımlarımız, adil şartlarda mücadele etsin.

Cahilce ettiğiniz her söz, insanlarımızı rahatsız ediyor, gereksiz tartışmalara sebep oluyor.

Trabzonspor da bizim, Fenerbahçe de bizim.

Bırakın herkes, gönül verdiği takıma destek olsun.

Bir hata, bir yanlış varsa, ilgili kurumlar var, onlar meseleyi çözsün.

 

Sayın Erdoğan;

Damat Bey, üzerlerine vazife olmayan her işe bulaşıp, ortalığı karıştırıyor;

Sonra da tribünlerden “Damat istifa” sesleri yükselince bozuluyor.

Gel, Bursa’da konuştuğum Fenerbahçeli kardeşlerimin sesine kulak ver,

Ve damadını artık taraftarın yakasından düşür.

Yoksa o tribünler, sana öyle bir ders verir ki, şaşar kalırsın.

 

Aziz milletim;

Türkiye’nin yapısal sorunları var. 

İktidara geldikleri günden beri, dillerinden düşürmedikleri bu sorunu çözmek yerine, daha da derinleştirdiler.

Attıkları adımlardan anlıyoruz ki; çözmeye de niyetleri yok…

 

Akıl üzerine, milletimizin çıkarları üzerine değil, 

Sayın Erdoğan’ın keyfine göre, 

bir avuç Ak Parti zenginini ihya etme üzerine bina edilen,

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildiğinden beri, 

artan bir hızla fakirleşiyoruz, her ay daha fazla vatandaşımız işsiz kalıyor. 

 

Bana; 

“Damadın krizden çıkmak için uyguladığı ekonomi politikası nasıl?” diye sorsanız; 

“Trolle balık avlamaya benziyor.” derim. 

 

Bakın anlatayım;

Merkez Bankası’nın yedek akçesini Hazine’ye aktardılar. 

Ne için?

Günü kurtarmak için.

Sonuç ne oldu?

Kendilerinden önce bağımsız olan Merkez Bankası’nın itibarını, yerle bir ettiler. 

 

Dolambaçlı yollara girdiler, Katar’dan ödünç para aldılar. 

Ne için?

Merkez Bankası’nın net rezervlerini fazla göstermek için.

Sonuç ne oldu?

Uzun dönemli itibarımızı tehlikeye attılar.

 

Varlık Fonu diye bir fon kurdular. 

Bu fonu, “Con Ahmet’in Devri Daim Makinesi” gibi tanıttılar. 

Milletin kendisine ait olan şirketleri, bu fona geçirip, Sayın Erdoğan ve damadına bağladılar. 

Ne için?

Eşe-dosta para aktarmak için. 

Sonuç ne oldu? 

Maliyeyi çift başlı hale getirip, hazinemizin itibarını, kısa dönemdeki harcamalarına feda ettiler.

 

SWAP kısıtlamaları getirdiler.

Ne için?

Birkaç haftalık fayda için. 

Sonuç ne oldu?

Uzun yıllar sonunda kazanılmış, Türk Lirası’na olan güveni heba ettiler.

 

Damat Bey’in ne idüğü belirsiz politikalarını uygulamak için,

Sermayesi millete ait olan kamu bankalarına,

sadece geçen hafta, 5 milyar dolara yakın döviz sattırdılar. 

Ne için?

Hem kuru, hem de faizleri aynı anda baskılamak için.

Sonuç ne oldu?

Yabancı bankaların hepsi, çıkış planları yapmaya başladılar. 

 

İşte bu yüzden, Damat Bey’in ekonomik programını, trolle balık avlamaya benzettim.

Yaptığı tek şey, enkazın altında kalmamak için, itibarımızı heba etmek.

Bugün ayakta kalabilmek için, geleceğimizi feda etmek.

 

Bakın size çarpıcı bir örnek vereyim:

Kütahya’da Zafer Havaalanı’nı yaptılar. 

Müteahhit şirkete 2020 yılı için, 1 milyon 280 bin yolcu garantisi verdiler. 

Bu duruma Kütahyalılar bile şaşırdı… 

 

Geçtiğimiz ay, bu havaalanını kaç yolcu kullandı, biliyor musunuz? 

Beş bin kişi.

Hadi yaz aylarında trafik arttı diyelim, 

yıl sonuna kadar taş çatlasa 100 bin yolcu kullanacak. 

Sonra ne olacak?

2044 yılına kadar uçmayan uçaklar için, hazineden 244 milyon avro ödenecek. 

Bu parayı, Tank Palet’e 50 milyon dolar bulamayan iktidar değil, milletimiz ödeyecek.

 

Buradan bir kez daha uyarıyorum: 

Ekonomi yönetimi, damada bırakılamayacak kadar önemli bir görevdir. 

Eğer ihracatınız ithalatınızdan fazla değilse, 

dışarıdan yabancı sermaye çekemiyorsanız, 

döviz kurunu ve faizleri baskılayarak günü kurtarırsınız, 

ama geleceğimizi tehlikeye atarsınız.

 

Aziz milletim;

Sayın Erdoğan ve beceriksiz damadının, 

utanç verici ekonomi yönetimi performansına, 

her alanda şahit oluyoruz.  

Ekonominin en önemli ayaklarından biri olan, 

faizlerle ilgili gelişmeleri yakından takip ediyoruz.

Maalesef durum endişe verici…

 

Öncelikle şunu belirteyim: 

Türkiye’deki faiz oranları çok yüksek.

Gelişmiş ekonomilerde, sıfıra yakın faiz oranlarının olduğu bir dönemde,

Yüzde 12 buçuk faiz, ülkemiz için kabul edilebilir bir oran değil.

 

Sürdürülebilir bir kalkınma için, 

Yani;

yeni yatırımların yapılması,

tüketimin artması, 

ve işsiz vatandaşlarıma, yeni iş alanlarının açılması için, 

faizlerin bir an önce düşmesi gerekli.

 

Bu noktada Sayın Erdoğan ile aynı fikirdeyim.

Ben de bir an önce faizler insin istiyorum.

 

Amma; 

Kendisine akıl veren çapsızların önerdiği ekonomi vizyonuyla, faizler inmez.

Baskıyla, tepeden inme kararlarla, faizler inmez.

Beceriksiz damadın açıkladığı, gülünç programlarla, faizler inmez. 

 

Kendi yakın tarihimizden bir örnek vereyim:

2015 yılının başında, 

Sayın Erdoğan, ortaya bir teori attı. 

“Faiz sebep, enflasyon neticedir.” dedi.

Ekonomiyi tek bilinmeyenli bir denklem zannetti, 

ve Merkez Bankası’na “faizleri indirin” baskısı yaptı.

 

Faizler inince, Türkiye şaha kalkacaktı…

Kendisi akıllı, Merkez Bankası cahildi…

 

“Faizleri indirin.” dediği 2015 yılında, faiz oranları ne kadardı, hatırlıyor musunuz?

Yüzde 7 buçuk seviyesindeydi.

 

Dönemin Merkez Bankası Başkanı, baktı olmuyor, “Gidip anlatayım.” dedi.

11 Mart 2015 tarihinde, Sayın Erdoğan’a 130 sayfalık bir sunum yaptı.

Sunumunda özetle şunu söylüyordu:

“Faizleri baskılarsak, dolar 3 liraya çıkar.”

 

Düşünün… 

O zaman, doların 3 liraya çıkması bile felaket senaryosuydu.

Ne yaptıysa, ne dediyse olmadı, Sayın Erdoğan, “faizleri indirin” baskısına devam etti.

Yıllar süren bu faiz baskısının, döviz kurları üzerinde yarattığı gerilim birikti;

ve hepinizin bildiği gibi 2018’de, faizler yüzde 24’e çıktı.

Dolar kuru 7 lirayı gördü.

Şirketler battı, milletimiz fakirleşti, ekonomimiz küçüldü.

 

Demek ki neymiş?

Faiz sebep, enflasyon sonuç değilmiş.

Demek ki neymiş?

Sayın Erdoğan sebep, Damat Bey vesile, ekonomik kriz sonuçmuş…

 

Dava arkadaşlarım;

Türkiye’nin geldiği noktada, krizin sebebi aynen yerinde duruyor.

Hatasından ders çıkarmamış olacak ki; 

aynı şeyleri söylemeye, 

aynı şeyleri yapmaya devam ediyor.

 

Einstein der ki: 

“Delilik, aynı şeyleri yapıp, farklı sonuç beklemektir.”

 

Sayın Erdoğan;

Bu iş, tek bilinmeyenli bir denklem değil…

O denklemde, senin görmezden geldiğin demokrasi de var.

O denklemde, senin damadın beceriksizliği de var.

O denklemde, aynı şeyleri yapıp, farklı sonuçlar bekleyen, sen de varsın.

 

Bak, bu kısmı iyi dinle, reçeteyi yazıyorum… 

Çok zor değil:

Yargıdan elini çekeceksin.

Medyadan elini çekeceksin.

Merkez Bankası’ndan elini çekeceksin.

Damadını da bakanlıktan çekeceksin, işin başına yetkin isimleri getireceksin.

 

Yani, önce bütün bu işlere sebep olan, bu ucube sistemden vazgeçeceksin.

Yani, sözümü dinleyip, Türkiye’nin karakterine ve çağa uyan, 

İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçeceksin.

 

Bak işte o zaman, nasıl düşüyor faizler.

Bak işte o zaman, nasıl düşüyor döviz kurları.

Bak işte o zaman, nasıl geri geliyor yurt dışına kaçan paralar.

 

Demokrasi ve kuvvetler ayrılığı olmadan, Türkiye kalkınamaz.

Demokrasi olmadan atacağın her adım, krizi daha da derinleştirir.

Cumhuriyet tarihimize bakarsan, bu gerçeği görürsün…

Ekonominin şaha kalktığı yıllar, aynı zamanda Türkiye’nin, 

demokratikleşme yolunda adım attığı yıllardır.

 

İster, Atatürk’ün hayatını incele.

İster, Menderes’in hayatını incele.

İster, Özal’ın hayatını incele.

Bu gerçeği görürsün.

 

Yol arkadaşlarım;

Biz bu gerçeği görüyoruz, 

İnsanımız bu gerçeği görüyor,

Ve milletimizin teveccühü her geçen gün artıyor.

 

Biz, Sayın Erdoğan ve küçük ortağın çok sevdiği, 

Türkiye’yi yoran, gereksiz tartışmalardan uzak duracağız.

Çünkü biz, önce millet, sadece millet diyenleriz.

Çünkü biz, siyasette aklı öne koyanlarız.

Çünkü biz, mutlu, zengin ve güçlü bir Türkiye’nin hayalini kuranlarız.

 

Koltuk değil, ayakkabı eskiteceğiz demiştim.

İl il, ilçe ilçe, köy köy geziyoruz, gezeceğiz.

Sessiz yığınların sesi olacağız.

Umutsuz gençlerimize, umut olacağız.

Huzursuz kadınlarımıza, huzur olacağız.

Adaletin, eşitliğin, ortak bir geleceğin mümkün olduğunu insanlarımıza anlatacağız.

 

Hedefimiz belli;

Her birimizin görevi belli;

Geleceğin Türkiye’sini kurana kadar, 

Durmayacağız, yorulmayacağız.

Ve her zaman söylediğim gibi,

Başaracağız. 

Başaracağız. 

Başaracağız.

 

Bu kutlu yolda Allah, yar ve yardımcımız olsun.

Sağolun, varolun, 

Allah’a emanet olun.

 

 

 

 

Diğer Yazılarımız