DSP lideri Aksakal'dan 'sığınmacılarla' ilgili çarpıcı uyarı
Aksakal; “Gerekli savaşçı kadrolar “sığınmacı” adı altında ülkemizin çeşitli yerleşim merkezlerinde ikâmet etmekte, kendilerine verilecek işareti beklemektedirler."
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiği basın toplantısında yaşanan gelişmeleri, ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.
Aksakal açıklamasında;
Saygıdeğer basın mensupları, değerli arkadaşlarım
2023 seçimlerine doğru hızla ilerlemekte olduğumuz bu süreçte gerek iç siyasette, gerekse uluslararası arenada birçok önemli olayı birlikte yaşıyoruz.
İki seneyi aşan süredir Covid-19 pandemisinin de önemli düzeyde olumsuz etkisiyle zaten olağan mecrasından uzaklaşmış olan ekonomi alt yapımız elbette beraberinde toplumsal sıkıntıların da had safhaya çıkarmasında önemli bir faktör olmuştur.
Pandemi süreci sadece Türkiye’nin değil, tüm dünya ülkelerinin sosyo-ekonomik dengelerini alt üst etmiştir.
Bugün gelinen noktada vaka sayılarının artık bin’lere, vefat sayılarının da tek haneli rakamlara doğru düşmesi elbette memnuniyet verici bir gelişmedir.
Tabii bu badirenin yarattığı ağır tablo öyle iki yılda hallolacak gibi de görünmüyor. Zira gerek enflasyonun kontrol altına alınamaması, gerek işsizlik oranlarının bir türlü aşağıya indirilememesi, gerekse tarımda ve hayvancılıkta
uygulanan yanlış politikalar, sorunların tedavi sürecini de olumsuz etkilemektedir.
Bölgemizde yaşanan gelişmelerin de ekonomimiz üzerinde çarpan etkisi yaptığı gerçeğini kabul etmek durumundayız.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş 64.ncü gününü geride bırakıyor. Gelinen noktada kan ve gözyaşı, büyük bir yıkım ve geleceğinden neredeyse umudunu yitirmiş milyonlarca insan manzarasıyla karşı karşıyayız.
Yeni bir küresel paylaşım savaşı niteliğindeki bu yaşananlar dünyanın sadece o bölgesini değil, özellikle bizim de içinde yer aldığımız coğrafyasının geleceği konusunda önemli ipuçlarına sahiptir.
Olayı tek başına Rusya – Ukrayna savaşı olarak değerlendirmek büyük resmi görmemizi engeller. Dünyanın, büyük bir ekonomik kriz yaşadığı gerçeğini gözden uzak tutmadan yapılacak değerlendirmeler ve bu doğrultuda üretilecek stratejiler değerlidir. Zira Rusya’ya uygulanan ambargolar nedeniyle ihracatta, turizmde, enerji temininde meydana gelen zorlu süreçler sadece bizi değil Avrupa ülkelerini de yakından ilgilendiriyor.
Polonya ve Bulgaristan’a doğalgaz akışının kesilmesi bunlara bir örnektir. Ayrıca enerji sorunu yanında su sorunu da insanlığın karşı karşıya bulunduğu en önemli konuların başında gelmektedir. ABD öncülüğünde sözde bir “Kürt devleti” kurulmak istenmesi, ileride yaşanabilecek su savaşlarının habercisidir.
Enerjide fosil yakıt döneminin sonuna doğru hızla yaklaşmaktadır.
Bu durum öncelikle küresel emperyalist sistemin içinde yer alan devletleri tedirgin etmekte, çareler arayışına itmektedir.
Nasıl ki, 1929 Ekonomik Burhanı sonrası ikinci dünya savaşı ile karşı karşıya kalındı ise bugün aynı içerikte bir ekonomik bunalım sonucunda, gelişen teknoloji ve bilişim ortamında iletişim kanallarının da yaygın biçimde kullanılması sayesinde daha farklı tezahür ettiği aşikârdır.
İşte bu kapsamda değerlendirildiğinde Anadolu coğrafyası, yani bugünkü Türk vatanı, bu emperyalist devletlerin ağzını sulandırmaya devam etmektedir.
Ancak, bu husus da yalnızca bugünün konusu değildir.
620 yıl üç kıtada hüküm sürmüş bir imparatorluğun nasıl dağıtıldığını ve o dönemde içine düştüğü yokluklara rağmen yüzbinlerce şehidin kanıyla sulanmış bu toprakların yeniden nasıl vatan yapıldığını hatırlamak mecburiyetindeyiz.
İşte; bugün ABD himayesinde ayakta tutulan PKK/PYD terör örgütünün misyonu ve varlık gerekçesi tam da budur.
Bir hususa daha dikkat çekmek isterim, kurulması planlanan sözde “Kürt devletinin” Suriye parçası üzerinde, Rusya ile örtülü bir anlaşma yapıldığı da gözden uzak tutulmamalıdır.
Şu husus da önem derecesi bakımından ilk sıralarda yer almalı, Suriye iç savaşının başlamasıyla birlikte Türkiye’nin “Stratejik Derinlik” anlayışından kaynaklanan yanlış dış politikasının eseri olan sığınmacılar sorunu zaman geçirmeden çözüme kavuşturulmalıdır.
Öngördüğümüz küresel paylaşım savaşı kapsamında Suriye topraklarının fiilen bölündüğü bir realitedir.
Hedefte şu an Türkiye toprakları vardır. Bunun için gerekli savaşçı kadrolar “sığınmacı” adı altında ülkemizin çeşitli yerleşim merkezlerinde ikâmet etmekte, kendilerine verilecek işareti beklemektedirler.
Buna komplo teorisi tanımı yapanlar çıkabilir ancak bugüne kadar yaşananlar konusunda söylediklerimizin ve öngördüklerimizin neredeyse tamamının gerçekleşmiş olması yanında Suriye Meclisinin Hatay ilinin Suriye toprağı olduğu yönündeki kararı dikkate alınırsa asıl kavganın henüz başlamadığı anlamını çıkarabiliriz. İşin sıkıntılı tarafı, dünyanın ilk kurtuluş savaşını vermiş olan bir milletin ve onun kurucu iradesinin temsilcisi olduğu iddiasındaki siyasi yapıların bazı mensuplarının, böyle bir planın parçası gibi algı yaratacak davranış sergilemeleridir.
Bunu hangi argümanlara dayandırdığımızı sorarsanız; en yakın örneğini vermek isterim.
24 Nisan 1915 tehcir olaylarını sözde “soykırım” olarak niteleyen ABD Başkanı Joe Biden ile paralel duruş sergileyen bir sözde milletvekilinin, yedi düvele meydan okumuş ve ulusal kurtuluş savaşını yönetmiş Gazi Meclisin mensubu olarak sözde “soykırımın” tanınması konusunda kanun teklifi verebilecek kadar emperyalizmin uşaklığına soyunduğuna tanık oluyoruz.
Aynı gün eşzamanlı olarak o gün yaşananları “kötülüğün miladı” olarak tanımlayıp mensubu olduğu devletini sözde “soykırımcılıkla itham edenleri, tehcir olayında yaşanan acıları anlayıp (!) 1915’de hayatını kaybeden Osmanlı Ermenilerini anarken, o dönemde Ermeni çetecilerin katlettiği Müslüman Osmanlı ahalisini unutanlara, onlarca diplomatımızı hain saldırılarla katleden ASALA terör örgütünü ve işbirlikçilerini görmezden gelenlere tanık oluyoruz.
Bu yaşananlar kadim Türk milletinin tarihinde hakikaten ibret vesikası olarak görülmelidir. Ve bu kafadaki herkes çok iyi bilmelidir ki, asil Türk milleti bütün bunların üstesinden gelecek, bu gibi meczupları ve emperyalizme uşaklık yapacak kadar milli duygularını kaybetmiş figürlere hadsizliklerini bildirecek inanç ve iradenin sahibidir.
İşte bu yüzden, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Türkiye’yi ziyareti ile ABD Savunma Bakanı ve Dışişleri Bakanı’nın aynı tarihlerde Ukrayna devlet başkanı ile buluşmak üzere bölgeye gelmeleri her halde önemle değerlendirmeye muhtaç bir gelişmedir.
Bütün bunları takip etmeyi sürdüreceğiz ve Demokratik Sol Parti olarak özgün görüşlerimizi sizler aracılığıyla kamuoyu ile paylaşacağız.
Değerli basın mensupları,
Önümüzde birçok toplumsal değer taşıyan olayların ardı ardına yaşanacağı günler var. Üç gün sonra 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlanacak, İşçi ve Emekçilerin Bayramının ardından Müslüman âleminin kutsal ayı olan Ramazan ibadetleri sonrası Ramazan Bayramı idrak edilecek.
İşçi ve emekçiler tarafından dünya çapında kutlanan, birlik, dayanışma ve haksızlıklarla mücadele gününde maalesef ülkemiz gençlerinin yüzde 25’i, çalışabilir kesimin de yüzde 13’ü iş bulamamış olarak 1 Mayıs etkinliklerine katılacak.
Asgari ücretin 4.253 lira olduğu bir ortamda, açlık sınırının 5.323 liraya, yoksulluk sınırının 17.340 liraya ulaşmasının vahametini hissetmek, vahşi kapitalizmin dayattığı liberal ekonomik sistemin yarattığı bu tabloyu
değiştirmek esasen vatanını ve milletini seven her yurttaşın birinci önceliği olmalıdır.
Bunun için biz ısrarla Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında hayata geçirilen ve İzmir İktisat Kongresi sonrasında uygulamaya konulan, doğrusu yoktan var olduğumuz dönemin temeli olan Karma Ekonomi modeline ivedilikle geçme mecburiyetimizi bir kez daha tekrarlıyoruz.
Tarımsal üretimin bu denli yok edildiği, hayvancılığın neredeyse tamamen bitirildiği, üreticilerin topraklarından kopmak zorunda bırakıldığı bu acımasız sistemin derhal sonlandırılması gerektiğine inanıyoruz.
2020 yılı Aralık ayında siyasi ve yönetici muhataplarıyla paylaştığımız “Demokratik Sol Parti ÖNERİLER” çalışmasında da vurguladığımız çözümlerin hayata geçirilmesi elzemdir.
Aksi takdirde halkın fukaralığının bitirilmesi söylemi bir kandırmacadan öte anlam ifade etmeyecektir.
Değerli basın mensupları,
Demokratik hukuk devletlerinde adalet en önemli değerlerin ilk sırasında yer alır. Onun için Mahkeme salonlarında hâkimlerin arkasındaki duvarda “Adalet Mülkün Temelidir!” yazar. Bu söz, Yargı önünde hiçbir kişinin ya da kurumun haksızlığa uğramayacağı, adaletin gerçekleşeceği güvencesini ifade eder. Toplumu bir arada tutan bu güvence devletin temelidir. Bu temel ne kadar sağlam olursa devlet de o kadar güçlü olur. Hiçbir merciin bu temeli sarsmaya hakkı yoktur.
Türkiye çok partili döneme geçtiğinden bu yana her on yılda bir kesintiye uğratılan demokrasisiyle, ayaklar altına alınan insan haklarıyla ve bu süreçleri koordine eden emperyalist devletlerin yöneticilerinin sevinç çığlıklarına tanıklık yapmıştır.
1960 Yassıada yargılamalarından 12 Mart mahkemelerine, 12 Eylül faşizminden FETÖ kumpaslarına binlerce insan kıyıma uğratılmış, yaşamları alt üst edilmiş, esasen bununla birlikte devlet düzeni darmadağın edilmiştir.
Şimdi sormak istiyorum; Bu mudur!?
Bu devleti yönetenlerin halkına sağlayacağı adalet düzeni hakikaten bu mudur?
Dün “Türkiye bağırsaklarını temizliyor diyenlerin bugün farklı mecralarda istikbal arayışına girmeleri hakikaten demokrasi mücadelesi midir?
Sahte belgelerle, yalancı gizli tanıklarla, asılsız delillerle insanların cezaevlerinde çürütüldükleri, intiharlara sürüklendikleri, devletin Silahlı Kuvvetlerinin Genel Kurmay Başkanının “terörist” olarak yargılanıp ceza verildiği bir dönemin etkin aktörlerinin bugün aradıklarını iddia ettikleri “adalet” hangi adalettir?
Bağımsız yargı dediğimiz kurumların aynı dava hakkında birinde “Beraat” diğerinde “Ağırlaştırılmış müebbet hapis” vermesini evrensel hukukun hangi içtihatına, adalet anlayışının neresine sığdırabilirsiniz?
Evet; hiçbir suç cezasız bırakılmamalıdır. Hele hele, küresel emperyalist sistemle iç içe geçmiş bir işbirlikçi yapının ülkede kurguladıkları siyasi kaos planları elbette ortaya çıkarılmalı, toplumsal desteği arkasına alacak bir inandırıcılıkta delillerle beslenerek yargı mekanizmasının işi kolay kılınmalıdır, bu yapılmalıdır.
Oysa, önceki gün karar duruşması yapılan ve “Gezi davası” olarak bilinen yargılamanın neticesi bu eksiklikler yüzden toplumsal vicdanı tatmin etmekten uzak kalmıştır.
Zira, davaya konu olan Gezi Parkı olaylarının başlangıç noktası gözlerden uzak tutulmaya çalışılmaktadır.
Bize göre “Gezi Parkı” olayı iki aşamalıdır. Birinci aşaması çevreci duyarlılığın Topçu Kışlası yerine AVM yapılmasına karşı sivil direnişi, ikinci aşaması ise bu demokratik eylemi, gece orada konaklayanların çadırlarını ateşe vermek suretiyle terörize ederek siyasi sonuç yaratma provokasyonudur.
Dava esasen ikinci aşama üzerine bina edilmiştir.
Devleti yönetenler buna dair delilleri ve belgeleri sadece Mahkeme dosyasına değil, toplumun ve uluslararası camianın bilgisine de sunmalıdır. Aksi halde bırakın Sorosçu yapılanmaların sözcülerinin tehdit ve şantajlarını, kendi içimizde bile Başbakanın suratına Anayasa kitapçığı fırlatacak kadar devlet nosyonundan uzak sözde hukukçuların timsah gözyaşlarına tanık olmak durumunda kalırız.
Umarım yargılamanın bundan sonraki safhalarında ülkemizin uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülük ve sorumluluklarının da farkında olarak çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma yolunda önemli bir aşamaya erişilmiş olur.
Değerli arkadaşlarım, saygıdeğer basın mensupları
Türkiye 2023 seçimlerine doğru hızla yol alıyor. Siyasi yapılanmamızda yaratılan dejenerasyon, siyasetin ana mecrası olan emek ve sermaye çelişkisi zemininden uzaklaşmış, tamamen bireysel ikballerin temel kriter olarak öne çıkarıldığı mecralara mahkum edilmiştir.
Elbette demokrasilerde her fikrin örgütlenme hakkı ve özgürlüğü olmalıdır. Fakat bizim demokrasimizin belki de sınıfta kaldığı en önemli husus, her aklı esenin, kendisini bir şekilde Meclis bünyesinde bulundurma hevesinde olanın, yasal hoşgörünün de varlığıyla parti kurmaya kalkışmasıdır, bu sayede, zaten şirazesinden çıkarılmış olan Siyasi Partiler ve Seçim Yasalarındaki açıkları fırsata çevirme imkânı bulmasıdır.
Onun içindir ki; bugün toplumun gündemi, sübjektif nitelikte tartışmalarla, siyasi partiler arasında yaşanan, demokrasi ve hukuk temelinde diye tanımlanan temelsiz ve niteliksiz çalışmalarla meşgul edilmektedir.
Biz biliyoruz ki, ülke yönetimi 150 yıllık parlamento geleneğinden uzaklaştırılıp iki partili bir kısır yapıya sıkıştırılmak istenmektedir.
Bu stratejiyle kurgulanmış ve dayatılmış olan yeni Anayasal sistemin çarpıklıklarının da maalesef bunu getirenlerin de pişmanlıklarını her geçen gün biraz daha belirgin hale getirmektedir.
Türkiye bu garabetten mutlaka kurtarılmalıdır.
Mevcut siyasi yapılanmaların gerçekçi, ayakları yere basan, toplumda güven duygusunu güçlendirecek kararlara imza atması bu açıdan çok önemlidir.
Demokratik Sol Parti olarak, özellikle Anayasamızın ilk dört maddesinin kırmızı çizgimiz olduğunu, esasen her siyasi partinin bu kriterler kapsamında politika üretmesi gerektiğine dikkat çekmek isterim.
Önümüzdeki günlerde daha da ısınacağı anlaşılan iç siyasetteki gelişmelerin, hukuka, adalete ve demokrasiye katkı sağlayacak nitelikte olması en büyük temennimizdir.
“Ben yaptım oldu” anlayışıyla başlayan hiçbir stratejinin başarıya ulaşmadığı geçmiş tecrübelerle sabittir. Halk düne göre daha bilinçli ve muhakeme olanağına sahiptir.
Ekonomideki olumsuzlukların, yönetimlerin kaderi üzerindeki önemli etkisi elbette yadsınamaz ancak, Çanakkale’de şekersiz üzüm hoşafı ve buğday çorbasını kendine kebap eylemiş bir millet için her şeyden önce “ille de vatan!” dediğini aklımızdan çıkarmayacağız.
Bu vesileyle tüm emekçilerimizin Emek ve Dayanışma Günü’nde 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı yürekten kutluyorum.
Tüm inananların mübarek Ramazan Bayramı’nı tebrik ediyorum, yapılan ibadetlerin Allah katında kabulünü diliyorum.” şeklinde konuştu